Köşe Yazarlarımız Okuma Sayısı: 274

İSMAİL MERCİMEK YAZDI;BENZEŞ

Ekmek sıcacıktı ama eskisi gibi kokmuyordu. Ziyanı yok, iş karın doyurmak değil miydi? Diye geçirdi içinden. Tam bu esnada karşısındaki duvarın; takma dişlerini ağzından düşürmemek için çenesini sıkarak, hırıltıyla konuşmaya..

İSMAİL MERCİMEK YAZDI;BENZEŞ

Ekmek sıcacıktı ama eskisi gibi kokmuyordu. Ziyanı yok, iş karın doyurmak değil miydi? Diye geçirdi içinden.

Tam bu esnada karşısındaki duvarın; takma dişlerini ağzından düşürmemek için çenesini sıkarak, hırıltıyla konuşmaya çalışan bir ihtiyarı andıran sesiyle irkildi.

“Hayır, siz karnınızı doyurmak ile beslenmeyi karıştırdığınız için böylesine algılarınız körelmiş, yeteneksizleşmiş, analitik düşünceden yoksun, adam sendeci, günlük ve gündelik yaşamayı tercih etmiş, söylemek yerine söylenen, felsefeden, bilimden bihaber, irdeleyip kafa yorarak yorum yapmak yerine kişileri konuşmayı yeğleyen bireyler oldunuz”

Karşısındaki duvarın sözlerine aldırış etmeden mutfağa gitti, birkaç zeytin, bir dilim peynir, biber salçası, margarin ve bir bardak çayı küçük bir tepsiye koyarak geri döndü.

Masasındaki kitapları iteleyerek tepsiye yer açarken, sigara dumanı ve sıcağın eşsiz bir renge dönüştürdüğü ki; birkaç yıl evvelinde beyaz olan ahşap kapıya tırmanmaya çalışan, kuyruksuz Süleymancık Kertenkelesine gülümseyerek baktı ve dün gece göğsümde kıpırdayan demek ki bunun kuyruğu imiş diyerek kalktı.

Bir çay kaşığı suyu, dostunun gidiş güzergahına damlattı ve bu sıcakta susamıştır bizim Süleymancık diye söylenerek tekrar akrandaşım dediği kanepesine oturdu.

Sıcacık ekmeği tam ortasından kopardı içini açarak margarin, biber salçası ve peyniri ekmeğin içine boca etti, itinayla ekmeği tekrar kapattı peçeteyle sardı tam ısıracaktı ki karşısındaki duvar yine seslendi.

“Beni duymazdan, anlamazdan, görmezden gelmen bile, içinde boğulduğun gerçeklikten kaçarak, tekrarlanan cümlelerden ibaret sayfalara sığınışın dahi bana hak verdiğinin itirafıdır sayın gizemli ”

Hiç oralı olmadan bir ısırık,bir zeytin ve kocaman yudum çay….

Usulca başını kaldırarak duvara baktı. Duvarı anlamlı kılan sadece resimlerdi hâlbuki.

Birisi çok saygı duyduğu, diğeri ise çok sevdiğiydi.

Duvar bunu çok iyi bildiğinden saldırgan değildi elbette.

Kendisi de çok iyi biliyordu ki, küçücük bir sarsıntıda geldiği yere dönecekti. Acımasızlığı ve salt gerçekleri söylemesi erdeminden değil tek sırdaşını çok sevmesindendi.

Öfkeyle laf sokmasının sebebi buydu işte…

Ansızın kalktı ve koşar adım kapıyı açtı aşağıya indi, çok özür dilerim benzeş diyerek elinde cam bir tabakla geri döndü.

Bir parça peyniri suyla yıkayarak tuzundan ayırdı, emin olmak için diliyle tattı ve süt kıvamına getirdikten sonra, aynı hızla alt kata gidip geldi.

Sel ile birlikte gelmişti benzeş, küçücüktü ve korkmuştu ilk tanıştıklarında.

Bir ay geçmeden serpilmişti.

Kapının önünden geçenlerin, cahillikle besledikleri korkularını aptalca dile getirmeleri çileden çıkarıyordu ama acı bir tebessümle, Eylül’e kadar burada kalacak üzgünüm diyordu her seferinde.

“Evde yılan bakılır mıymış, hiç akıl yok muymuş” ?

Saçma sapan serzenişler diyerek, çayını tazeleyip kaldığı yerden yemeğine devam etti.

“Sen de adam gibi ticari değeri olan hayvanları bakıp besleseydin, hem… Sustu bir süre ve ne söylersem söyleyeyim faydasız nasılsa” diyerek devam etti duvar.

“Sıradışılığın kendi tercihin değil elbet, olması gereken bu ama mevcut durum bu mu?

Normal insanı yaşamaya direnmen ve seni senden eden kararlığına kızıyorum.

Biraz politik davranabilmeye çabalasan, biraz bencil olmayı denesen, biraz yalnızlıktan korksan…”

Umursamadan çayından bir yudum daha içti. Sanki bana dikte etmek istediğin gibi yaşayanlar mutlu mu ki? Sadece itiraf edecek kadar özgür değiller, Erich’in dediği gibi, özgürlükten korkup kaçmakla meşguller çünkü,diye söylendi sessizce…

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL